KEDİNİN TARİHÇESİ

BÖLÜM 1

Kedinin tarihçesini araştırdıkça, öteki hayvanlara kıyasla sahneye oldukça geç çıktığını öğrendim. Ayrıca "Kedinin başlangıç tarihi..." diye başlayan cümlelerin, alışıldığı gibi "...ta eski çağlara kadar uzanır." Diye değil de, sık sık "... bir esrar perdesiyle örtülüdür." diye tanımlandığını okudum.

Köpek, at, ayı ve geyik, kedinin ortaya çıkışından çok önce, binlerce yıl önce sahnedeydiler. Bütün bu hayvanlar (eğitilmiş ayıyla, semer vurulmuş ren geyiğini de katıyorlar anlaşılan) kedi ortaya çıkmadan çok önce, insanın yalnızca dostu değil, aynı zamanda uşağı olmuşlardır.

Kedi sahibi olan herkesin açıkça görebileceği gibi yanıt "uşak" sözcüğünde saklı. Kedileri birazcık bile tanıyan hiç kimse, kedinin ortaya çıkışının böyle sürüncemede kalmasına biran bile şaşırmaz.

Arkeologlar, taş devrinde, mağaralarda, kaya yontularında, kabartmalarda vb.. geyikten, kuşa kadar bütün hayvanların temsili resimlerini bulurken, kediden hiçbir iz bulamadıklarını belirtiyorlardı. Bunun arkeologlar için yeterince kötü bir haber olduğunu düşünüyorsanız, bir de kedilerin atalarını araştırıp da hiçbir ize rastlayamayan antropologların halini düşünün. Ama çok yakın zamanda, o pek bilinen "Tanrı kediyi insanoğlu kaplanı okşayabilsin diye yarattı." Sözünü bir kenara bırakarak, kedinin atasının tilki olabileceğini keşfettiler. Kediyle, tilki arasında birçok fiziki ve davranış benzerliği olmasına rağmen "Tanrı kediyi insanoğlu tilkiyi okşayabilsin diye yarattı." lafı havada kalıyor sanki.

O zaman ilk kedi nerede ve ne zaman ortaya çıktı?

Öğrendiğim kadarıyla İ.Ö. 3000 yılından önce değil, ki buna pek "dün gibi" diyemesek de, birçok hayvana göre oldukça geç bir tarih . Nerede sorusuna gelince, Nubia'da. Biraz ironik olacak ama Nubia, köle anlamına gelen "nob" sözcüğünden türetilmiştir.

Ama kedinin asıl ortaya çıkışı, İ.Ö. 2500 yılında Mısır'ın Nubia'yı fethetmesiyle oldu. Tuhaftır ki, Mısır'daki ilk adı, "Myeo" olmuştur; kedi tarafından sahiplenilenler bundan, kedinin kendi adını kendinin koyduğu sonucunu çıkaracaklardır. Her neyse yükselişi hızlı oldu. Avcılıktan, tapınak bekçiliğine, oradan da ilahlar sınıfına yükseldi, ki bu kedi ölçülerine göre bile olağanüstü bir sıçrayıştı. ( Bir kedi kendi boyunun altı katı kadar yükseğe sıçrayabilir)

Kedi- tanrıça, Bust, Bastete, Obastot, Bubastis ve Pasht gibi değişik adlarla bilinirdi. Büyük güneş tanrısı Ra'nın iyi dostu, İsis'in kızı olmanın yanı sıra kendisi güneş ve ay tanrıçasıydı. Ra'yla paylaştığı bu görev çok önemliydi, çünkü Mısırlılar bir kedinin gözlerine baktıklarında, gözlerindeki parıltının güneşin hayat veren ışığı olduğuna ve bunun da güneşin ertesi gün yeniden doğacağı anlamına geldiğini inanıyorlardı. Bu karanlıktan pek hoşlanmayan Mısır için Bast'ı Ra'ya eşit yapıyorlardı.

Ama Bast, aynı zamanda aşk tanrıçasıydı da. Dahası bu niteliğiyle doğurganlık ve bekarete de hizmet ediyordu. Doğum kontrol hapı öncesinde zor bir görev olsa da, karşılığında cömertçe ödüllendiriliyordu. Kendi tapınağında kutsal kedileriyle çevrili olarak yaşıyordu. Kediler de papazlarla çevriliydi. Bu papazlar hem onları koruyor, hem de onlara bakarak falcılık yapıyorlardı.

Ünlü tarihçi Herodot, Mısır'da kedi-tanrıça heykelinin her evde bulunduğunu anlatır. Bir başka tarihçi de "Tanrıça garip bakışı, çekik gözleri, kıvrak beli, soylu duruşuyla her Mısırlı kadının benzemeyi istediği bir yaratıktı." diye yazar. Bir üçüncü tarihçi ise, "Kadınlar (günümüzün vamp kadını gibi) kedinin yürüyüşü gibi salınarak yürümek için çok çaba sarf ederlerdi" der ve "Kleopatra da bu hevese kendini kaptırmıştı" diye ekler.

Bu heves, Sezar'la, Antonius'u baştan çıkarmaya yönelikti ve Cats müzikalinin başarısına bakılırsa, bu çekiciliğin halen sürdüğü söylenebilir.

BÖLÜM 2

Herodot, bir kedi ortalık yerde öldüğünde, çevrede bulunanların dizleri üstüne çökerek bu ölümden sorumlu olmadıklarını belirttiklerini anlatır. Ama bu davranış, sevgiden mi yoksa temkinden mi, onu bilmiyoruz. Çünkü Mısır'da kedi öldürmenin cezası idamdı. Kediler de, insanlar gibi tahmit edilir, mumyalanır ve lahite konurlardı.

Eski Mısır'ın bu tutumunun, düşmanları tarafından kullanılmasına şaşmamak gerekir. Örneğin İ.Ö. 500 yılında, Pers kralı Cambyses, Mısır'ın Pelusium kentini kuşattığında, ilk saldırıları, Mısır'ın güçlü direnişi karşısında bozguna uğramıştı. Bunun üzerine Kral Cambyses, uyguladığı taktiği değiştirerek, adamlarına Pelusium'un dışındaki tüm alanı 8 gün süreyle tarayarak buldukları bütün kedileri, onlara hiç zarar vermeden toplamalarını emretti. İkinci saldırıda Cambyses'in Mısır hatlarına doğru ilerleyen her askeri, elinde canlı bir kedi tutuyordu. Mısırlılar bu yeni durumu görünce kedilere zarar vermektense, çarpışmayı keserek kenti teslim etmeyi tercih ettiler.

Aslında, Mısır'ın sonunda Romalılarca fethedilmesinden de, bir kedi sorumludur. Sezar'ın ordusundan bir asker, kazayla bir kedi öldürmüştü. Bunun üzerine bir grup Mısırlı hemen askere saldırarak onu linç etmişler ve cesedini sokaklarda sürümüşlerdi. Sezar bu davranışın sonucunun çok ağır olacağı konusunda onları uyardıysa da, bu uyarı yalnızca ortalığın daha da gerginleşmesine yol almıştı. Bütün Mısır Roma'ya karşı ayaklanmış, direniş aralıklarla; Antonius ve Kleopatra'nın ölümlerine ve sonunda Mısır'ın Roma eyaleti olmasına kadar sürmüştür.

Romalılar ise kedi konusunda kararsızlardı. Pompei harabelerinde tek bir kedi kemiği bile bulunamamıştır. Öte yandan, Herkül Tapınağı'nın en kutsal sayılan iç bölümlerine ve Tanrıça Diana için düzenlenen törensel danslara kedilerin girmesine izin vardı. Diana'nın kızları denilen bu dansçılar kedi kılığına girip kedi maskeleri takarlardı. Romalılar, kedinin aristokratik üstünlüğünü, özgürlüğe düşkünlüğünü ve otorite karşısındaki bağımsızlığını anlamışlardı. Roma ordusunun sancaklarında, kedi resmi görülürdü; Tiberius Cracchus tarafından Roma Özgürlük Tanrıçasına adanan Amerikan Özgürlük Anıtı'na benzer bir kadın heykeli, bir elinde kupa öteki elinde kırık da olsa bir asa ile dururdu. Ancak Amerikan Heykeli'nin tersine, tanrıçanın ayaklarının dibinde özenle yapılmış, zarif bir kedi bulunmaktaydı.

BÖLÜM 3

Öteki ülkelerde de, kedinin tarihçesi, tuhaf bir biçimde ülkelerin dinlerine ilişkin efsanelerle bütünleşmiştir. Örneğin Arap ülkelerinde, Muezza adındaki bir kediden dolayı, kediler bütün diğer hayvanlardan daha iyi bir durumdaydılar. Bu kedi, Hz. Muhammed'in en sevdiği kediydi ve bir gün onun hırkasının kolu üzerinde uyurken peygamber bir toplantıya gitmek zorunda olduğundan, kediyi uyandırmamak için hırkasının kolunu kesmişti. Daha sonra, Muhammed geri döndüğünde, Muezza ona teşekkür edp, önünde eğilmiş, bundan çok duygulanan peygamber de onun sırtını üç kere okşamıştı. Efsaneye göre bu okşayışlar kediye, yalnızca dört ayak üstüne yeteneğinin dışında, dokuz canlı olma özelliğini de kazandırmıştı.

Buna karşılık Hindistan'da kedi dışında bütün hayvanlar Budha'nın koruması altındaydı. Efsaneye göre, Budha ölürken bütün hayvanların hazır olmasını emretmiş, Budha'nın kedisi dışında bütün hayvanlar ordaymış. Bu öykü iki şekilde anlatılır: Birincisine göre, Budha'nın kedisi uyuyakaldığı için gecikmişti. İkincisine göreyse; hazır olduğu halde, tam Budha nirvanaya ulaştığı anda önüne çıkan bir fareyi öldürmüştü. Ama yine de, bu uygunsuz zamanda yapılan gaf bile sonunda bağışlandı. Ve günümüzde, Hindu Dini, her müridin "evinde bir kedi beslemesini" emretmekle kalmayıp, ayrıca "her kim bir kedi öldürürse, o kişi ormanın derinliklerine çekilip, kendini o günahtan arındırana kadar hayvanlara adamalıdır" demektedir.

En ünlü iki kedi türünün geldiği Burma ve Siyam'da da, Mısır'da olduğu gibi tapınakların korumasıyla görevlendirilen, daha da önemlisi bir bedenden ötekine geçişte büyük rol oynayan kediler vardı. Ruhların bir süre için, kutsal bir kedinin bedeninde yaşadığına inanılırdı.

Japonya'da bu inanış daha da ileri götürülmüştü. Kedinin dindeki önemi öldükten sonra bile sürerdi. Ve Tokyolu geyşalar, işi, müşterilerini eğlendirmek için çaldıkları "samisen" adlı sazın tellerinin yapımında kullanılan kedi bağırsağını elde etmek için öldürülen kedilerin ruhlarına ayin düzenlemek için para toplamak amacıyla, vakıf kurmaya kadar vardırmışlardı. 1602'ye kadar, Japonya'da kedilerin de, köpekler gibi tasmayla gezdikleri kayda değer. Kyoto hükümeti, o yıl ipek böceği sanayiine zarar veren farelerin hakkından gelebilsinler diye, kedilerin serbest bırakılmasını öngören bir yasa çıkarttı. Aynı şekilde, tapınaklardaki kediler de papirüsleri kemiren fareleri öldürmek kutsal göreviyle, serbest bırakıldılar. Herhalde onlar da fare avından arta kalan sürede papirüs rulolarıyla büyük bir keyifle oynamışlardır.

Eski Çin'de kediye tapılmadıysa da, her evde bir kedi sureti bulunur, evi koruyan Aile Ocağı Tanrısı'nın yaşayan yardımcıları olarak görüldüklerinden, şans getirdiklerine inanılırdı. Bir kediyi tasma takarak evde tutarlardı, ancak diğer kedilerle, yavruların istedikleri gibi girip çıkmakta özgür bırakılırdı. Bağlı tutulan kediye de iyi bakılırdı. Çin geleneğine göre, ister dişi, ister erkek olsun, gördüğü saygı yaşıyla orantılı olarak artardı. Mısır'da ki gibi, Çin'de de köylüler kedinin gözündeki parıltının, geceleri kötü ruhları uzaklaştırıldığına inanmakla birlikte, onlar bu göz merakını Mısırlılardan daha ileri götürmüşlerdir. Çinliler kedinin gözünden zamanı bilebileceklerine ve kedinin şafaktan sonra kısılmaya başlayan gözbebeğini, öğlende kıl inceliğinde bir dikey haline geldiğine inanırlardı.

Ana Sayfaya Dönüş